- Katılım
- 11 May 2023
- Mesajlar
- 712
- Tepki
- 2,103
- Puan
- 113
Evet, cumhuriyetimizin 100. yaşını doldurmasına daha 2 gün var ama vakit bulmuşken içimden geçenleri sizlerle, özellikle de aramızda yaşça daha küçük olan arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum. Zira 100. yılımız olması gerektiğinden çok daha önemli ve anlamlı bir gün haline geldi.
29 Ekim 1923... Atamızın ve silah arkadaşlarının binbir zorlukla kazandığı büyük bir zaferle ilan edildi Cumhuriyet ve tarihler 20 Ekim 1927'yi gösterdiğinde, Atam kurduğu bu Cumhuriyet'in kendisine veya o dönem koltukta oturan insanların hiçbirine kalmayacağını bilerek Cumhuriyet'i devam ettireceğini bildiği Türk gençliğine seslendi: Gençliğe Hitabe.
Gençliğe Hitabe, Nutuk'un "Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet" başlıklı bölümünde yer alıyor. Atam daha en başından niyetini belli etmiş, bahsettiği gençliğe seslenirken geleceğin liderlerine seslenmişti aslında. Ancak hangimiz düzgünce açıp okuduk Nutuk'u, Gençliğe Hitabe'yi? Hangimiz gerçekten anlamaya çalıştık? Çok değil, 3 paragraflık bir şey bu hitabe. Bu yüzden bugün, Atamın hislerine ve dediklerine tercüman olmaya çalışarak, sizlerle birlikte bir kez daha okumak istiyorum Gençliğe Hitabe'yi. Umarım sizler de benimle birlikte okumak istersiniz.
Her okuduğumda tüylerimi diken diken eden bir cümle... Eski Türkçe ile yazıldığı için kendimce çevirerek ve yorumlayarak anlatmak isterim: Atamızın bizden istediği ilk şey, Türk'ün özgürlüğünü ve Cumhuriyet'i, sonsuza dek korumak ve sahip çıkmakmış. İlk vazifemizi bile yerine getiremediğimiz şu günlerde, "Atatürk'ün kemikleri sızlıyor!" cümlesi düşündükçe çok haklı geliyor. Çabalamıyor değiliz gerçi. Halen ülkesini ve milletini sevip onu korumak adına savaşmaya hazır gençlerimiz var. Ama öyle azınlıkta kalmışlar ki, seslerini çıkarmak istediklerinde bir grup hadsiz tarafından "Siz böyle yaptıkça bir şeyler değişecek mi sanıyorsunuz?" gibi yorumlarla karşılaşıyorlar. Bu hadsizlere seve seve hatırlatmak istediğim bir şey var: Kurtuluş Savaşı Zaferi. Siz sanıyor musunuz ki, Atatürk ve silah arkadaşları oturduğu yerden savaş kazandı? Siz sanıyor musunuz ki, ülkedeki ayaklanmayı oturdukları yerden sağladılar ve ülkemizi işgalden kurtardılar? Yine seve seve hatırlatmak isterim, 1920'lerde akıllı telefon veya sosyal medya yoktu. Atam Twitter'a girip "Biz ayaklanma başlatıyoruz, haberiniz olsun, siz de katılın," yazarak kurtarmadı bu ülkeyi. Kendi devleti, düşmanlarımızın avucunun içine resmen kendi istekleriyle atlayıp onların bizzat kuklası olup Atamızı vatan haini ilan etmiş, onu engellemek için elinden geleni yapmıştı. Ama o gerekse kılık değiştirerek, gerekse başka yollarla korkmadan şehir şehir gezdi ve halkı uyandırarak kurtardı ülkeyi. Eğer Atam o gün kalkıp o ilk adımını atmasaydı ne halde olacağımızı görmek çok zor değil. Bakışlarınızı Orta Doğu'ya ve Afrika'daki sömürge ülkelerine çevirmeniz yeterli bunu görebilmek için. O yüzden genç arkadaşlarıma bu cümlenin önemini özellikle vurgulamak isterim.
"Varlığını sürdürmek istiyorsan milletimizin istikbalini korumak zorundasın," diyerek başlamış Atam, ikinci paragrafa. "Ne kadar özgür olursan ol, istediğin kadar 'kaçıncı yüzyıldayız abiii saçmalamayın olmaz öyle şeyler' diye düşün, yine de en özgür olduğunu düşündüğün anda bile seni bu hazineden (özgürlüğünden) mahrum etmek isteyecek ve özgürlüğünü elinden almaya çalışacak düşmanlar olacaktır. Hatta bu düşmanlar hem içinizde hem de dışarıda olabilir," diye devam etmiş. Sadece şu cümle bile yüzünüzde sinirli bir gülümseme oluşturmuyorsa belki de gerçeklerden bi' habersinizdir, sevgili kardeşlerim. Zira Atam, 100 yıl önce bile bugünü bilerek konuşmuş, adeta "ileri görüşlü" sıfatının vücut bulmuş haline dönüşmüş. Düşmanlarımız her yerde... Belki 100 sene önceki gibi ellerinde silah tutmuyorlar ama oradalar. Ellerinde para tutuyorlar ve kirli işlerini başkalarına yaptırıyorlar ve böylesi çok daha korkunç. Zira elinde silah tutan düşmana karşı savaşırsanız, kaybettiğinizde sadece canınızı kaybeder "ülkem için canımı verdim" dersiniz. Ama elinde para tutan düşman sizi ölmekten beter edebilir, "canımı verip kurtulsam ya" diyebilecek kadar ağır psikolojik durumlara düşürebilir, hatta ve hatta tüm milleti toptan katletmek yerine teker teker, psikolojik işkenceyle bizi mahvedebilir. O yüzden karşımızdaki düşmanlar 100 yıl öncesinden daha zorlu, daha güçlü. Ama şimdiki imkanlarımız da 100 yıl öncesinden kat be kat iyi, çünkü zaten Atam ve silah arkadaşları biz bu imkanlara kavuşabilelim ve böyle bir savaşa gireceksek bile onlarınki kadar ağır şartlarda girmeyelim bu savaşa diyerek çabalamışlar. O yüzden soruyorum size, sesimizi çıkarmayalım da ne yapalım? Hakkımızı aramayalım da ne yapalım? Bu devrin savaşı silahlarla cephelerde koşturmak değil ki, bu devrin savaşı sokağa çıkıp hak aramakta artık. Atamızın bizden tek dileği için sesimizi çıkarmak zorundayız.
"Bir gün, istiklalimizi ve cumhuriyetimizi korumak zorunda kalırsan, koruyabilmek için içinde bulunduğun durumun imkanını ve zorluklarını düşünmeyeceksin," demiş devamında. "Senin özgürlüğünü elinden çalmaya çalışan düşmanların bütün dünyayı yönetiyor olsa bile, tüm dünyada eşi benzeri görülmemiş bir zaferin sahibi olsalar bile, hile hurdayla tüm yurdunu işgal etmiş olsalar bile, bütün makamlar işgal edilmiş, ordun ve askerlerin dağıtılmış, ülkemizin her köşesi işgal altında kalmış olsa bile düşünmeyeceksin, koruyacaksın özgürlüğünü ve cumhuriyetini," demiş. "Bütün bu durumların en kötüsü, ülkenin yönetiminde söz sahibi olan insanlar bir gaflete - hatta ve hatta hainlik içerisine - düşmüş olabilir, bu yönetimde söz sahibi olan insanlar şahsi çıkarlarını/menfaatlerini devletin çıkarıymış gibi gösterip düşmanla işbirliği yapıyor olabilir bile ama sen CUMHURİYETİNİ VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KORUYACAKSIN!" demiş.
Ne kadar da güzel özetlemiş aslında değil mi? Bu konuda pek fazla yorum yapmama gerek olmadığını düşünüyorum. Sadece en en en kötü şartlarda bile, hayallerinizde belirebilecek en korkunç senaryolarda bile vatanımızı, milletimizi, özgürlüğümüzü ve Cumhuriyet'imizi korumaya mecbur olduğumuzu anlatmak istemiş. Dediklerinin en kısa özeti bu.
Ey Türk istikbalinin evladı, Atamın tüm malvarlığını yani Cumhuriyet'ini emanet ettiği genç kardeşim, tek bir görevin var: O da bütün bu zorluklarda bile Türk istiklal ve cumhuriyetini korumak, kurtarmak, sahip çıkmaktır. Bunu yapmaya gücün olmadığını düşünüyorsan eğer Atamın cevabını hatırlatmak isterim: "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
Korkma, bu şafaklarda yüzen al sancağımız sönmeyecek. Sen, ben ve bizim gibi ülkesine, özgürlüğüne, Cumhuriyet'ine sahip çıkmak isteyen insanlar olduğu sürece, damarlarımızda akan asil kanımız akmaya devam ettiği sürece ilelebet özgür olacağız, ilelebet bu Cumhuriyet'in evlatları olacağız. Ama unutma, Atamın dediklerini unutma ki Cumhuriyet'imiz daim olsun, 600-700 yıl sonra bile gençlerimiz tüm zorluklara birlikte göğüs gerebilsin, Atamızın emanetini yaşatsınlar.
Cumhuriyetimizin 100. yaşı ve - Atamın emanetine sahip çıkan evlatlarımıza olan sonsuz inancımla - sonraki tüm yüzüncü yaşları kutlu olsun.
29 Ekim 1923... Atamızın ve silah arkadaşlarının binbir zorlukla kazandığı büyük bir zaferle ilan edildi Cumhuriyet ve tarihler 20 Ekim 1927'yi gösterdiğinde, Atam kurduğu bu Cumhuriyet'in kendisine veya o dönem koltukta oturan insanların hiçbirine kalmayacağını bilerek Cumhuriyet'i devam ettireceğini bildiği Türk gençliğine seslendi: Gençliğe Hitabe.
Gençliğe Hitabe, Nutuk'un "Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet" başlıklı bölümünde yer alıyor. Atam daha en başından niyetini belli etmiş, bahsettiği gençliğe seslenirken geleceğin liderlerine seslenmişti aslında. Ancak hangimiz düzgünce açıp okuduk Nutuk'u, Gençliğe Hitabe'yi? Hangimiz gerçekten anlamaya çalıştık? Çok değil, 3 paragraflık bir şey bu hitabe. Bu yüzden bugün, Atamın hislerine ve dediklerine tercüman olmaya çalışarak, sizlerle birlikte bir kez daha okumak istiyorum Gençliğe Hitabe'yi. Umarım sizler de benimle birlikte okumak istersiniz.
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Her okuduğumda tüylerimi diken diken eden bir cümle... Eski Türkçe ile yazıldığı için kendimce çevirerek ve yorumlayarak anlatmak isterim: Atamızın bizden istediği ilk şey, Türk'ün özgürlüğünü ve Cumhuriyet'i, sonsuza dek korumak ve sahip çıkmakmış. İlk vazifemizi bile yerine getiremediğimiz şu günlerde, "Atatürk'ün kemikleri sızlıyor!" cümlesi düşündükçe çok haklı geliyor. Çabalamıyor değiliz gerçi. Halen ülkesini ve milletini sevip onu korumak adına savaşmaya hazır gençlerimiz var. Ama öyle azınlıkta kalmışlar ki, seslerini çıkarmak istediklerinde bir grup hadsiz tarafından "Siz böyle yaptıkça bir şeyler değişecek mi sanıyorsunuz?" gibi yorumlarla karşılaşıyorlar. Bu hadsizlere seve seve hatırlatmak istediğim bir şey var: Kurtuluş Savaşı Zaferi. Siz sanıyor musunuz ki, Atatürk ve silah arkadaşları oturduğu yerden savaş kazandı? Siz sanıyor musunuz ki, ülkedeki ayaklanmayı oturdukları yerden sağladılar ve ülkemizi işgalden kurtardılar? Yine seve seve hatırlatmak isterim, 1920'lerde akıllı telefon veya sosyal medya yoktu. Atam Twitter'a girip "Biz ayaklanma başlatıyoruz, haberiniz olsun, siz de katılın," yazarak kurtarmadı bu ülkeyi. Kendi devleti, düşmanlarımızın avucunun içine resmen kendi istekleriyle atlayıp onların bizzat kuklası olup Atamızı vatan haini ilan etmiş, onu engellemek için elinden geleni yapmıştı. Ama o gerekse kılık değiştirerek, gerekse başka yollarla korkmadan şehir şehir gezdi ve halkı uyandırarak kurtardı ülkeyi. Eğer Atam o gün kalkıp o ilk adımını atmasaydı ne halde olacağımızı görmek çok zor değil. Bakışlarınızı Orta Doğu'ya ve Afrika'daki sömürge ülkelerine çevirmeniz yeterli bunu görebilmek için. O yüzden genç arkadaşlarıma bu cümlenin önemini özellikle vurgulamak isterim.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
"Varlığını sürdürmek istiyorsan milletimizin istikbalini korumak zorundasın," diyerek başlamış Atam, ikinci paragrafa. "Ne kadar özgür olursan ol, istediğin kadar 'kaçıncı yüzyıldayız abiii saçmalamayın olmaz öyle şeyler' diye düşün, yine de en özgür olduğunu düşündüğün anda bile seni bu hazineden (özgürlüğünden) mahrum etmek isteyecek ve özgürlüğünü elinden almaya çalışacak düşmanlar olacaktır. Hatta bu düşmanlar hem içinizde hem de dışarıda olabilir," diye devam etmiş. Sadece şu cümle bile yüzünüzde sinirli bir gülümseme oluşturmuyorsa belki de gerçeklerden bi' habersinizdir, sevgili kardeşlerim. Zira Atam, 100 yıl önce bile bugünü bilerek konuşmuş, adeta "ileri görüşlü" sıfatının vücut bulmuş haline dönüşmüş. Düşmanlarımız her yerde... Belki 100 sene önceki gibi ellerinde silah tutmuyorlar ama oradalar. Ellerinde para tutuyorlar ve kirli işlerini başkalarına yaptırıyorlar ve böylesi çok daha korkunç. Zira elinde silah tutan düşmana karşı savaşırsanız, kaybettiğinizde sadece canınızı kaybeder "ülkem için canımı verdim" dersiniz. Ama elinde para tutan düşman sizi ölmekten beter edebilir, "canımı verip kurtulsam ya" diyebilecek kadar ağır psikolojik durumlara düşürebilir, hatta ve hatta tüm milleti toptan katletmek yerine teker teker, psikolojik işkenceyle bizi mahvedebilir. O yüzden karşımızdaki düşmanlar 100 yıl öncesinden daha zorlu, daha güçlü. Ama şimdiki imkanlarımız da 100 yıl öncesinden kat be kat iyi, çünkü zaten Atam ve silah arkadaşları biz bu imkanlara kavuşabilelim ve böyle bir savaşa gireceksek bile onlarınki kadar ağır şartlarda girmeyelim bu savaşa diyerek çabalamışlar. O yüzden soruyorum size, sesimizi çıkarmayalım da ne yapalım? Hakkımızı aramayalım da ne yapalım? Bu devrin savaşı silahlarla cephelerde koşturmak değil ki, bu devrin savaşı sokağa çıkıp hak aramakta artık. Atamızın bizden tek dileği için sesimizi çıkarmak zorundayız.
"Bir gün, istiklalimizi ve cumhuriyetimizi korumak zorunda kalırsan, koruyabilmek için içinde bulunduğun durumun imkanını ve zorluklarını düşünmeyeceksin," demiş devamında. "Senin özgürlüğünü elinden çalmaya çalışan düşmanların bütün dünyayı yönetiyor olsa bile, tüm dünyada eşi benzeri görülmemiş bir zaferin sahibi olsalar bile, hile hurdayla tüm yurdunu işgal etmiş olsalar bile, bütün makamlar işgal edilmiş, ordun ve askerlerin dağıtılmış, ülkemizin her köşesi işgal altında kalmış olsa bile düşünmeyeceksin, koruyacaksın özgürlüğünü ve cumhuriyetini," demiş. "Bütün bu durumların en kötüsü, ülkenin yönetiminde söz sahibi olan insanlar bir gaflete - hatta ve hatta hainlik içerisine - düşmüş olabilir, bu yönetimde söz sahibi olan insanlar şahsi çıkarlarını/menfaatlerini devletin çıkarıymış gibi gösterip düşmanla işbirliği yapıyor olabilir bile ama sen CUMHURİYETİNİ VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KORUYACAKSIN!" demiş.
Ne kadar da güzel özetlemiş aslında değil mi? Bu konuda pek fazla yorum yapmama gerek olmadığını düşünüyorum. Sadece en en en kötü şartlarda bile, hayallerinizde belirebilecek en korkunç senaryolarda bile vatanımızı, milletimizi, özgürlüğümüzü ve Cumhuriyet'imizi korumaya mecbur olduğumuzu anlatmak istemiş. Dediklerinin en kısa özeti bu.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Ey Türk istikbalinin evladı, Atamın tüm malvarlığını yani Cumhuriyet'ini emanet ettiği genç kardeşim, tek bir görevin var: O da bütün bu zorluklarda bile Türk istiklal ve cumhuriyetini korumak, kurtarmak, sahip çıkmaktır. Bunu yapmaya gücün olmadığını düşünüyorsan eğer Atamın cevabını hatırlatmak isterim: "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur."
Korkma, bu şafaklarda yüzen al sancağımız sönmeyecek. Sen, ben ve bizim gibi ülkesine, özgürlüğüne, Cumhuriyet'ine sahip çıkmak isteyen insanlar olduğu sürece, damarlarımızda akan asil kanımız akmaya devam ettiği sürece ilelebet özgür olacağız, ilelebet bu Cumhuriyet'in evlatları olacağız. Ama unutma, Atamın dediklerini unutma ki Cumhuriyet'imiz daim olsun, 600-700 yıl sonra bile gençlerimiz tüm zorluklara birlikte göğüs gerebilsin, Atamızın emanetini yaşatsınlar.
Cumhuriyetimizin 100. yaşı ve - Atamın emanetine sahip çıkan evlatlarımıza olan sonsuz inancımla - sonraki tüm yüzüncü yaşları kutlu olsun.